3 Şubat 2009 Salı

Bana Mutluluğu Anlat



Aslında anlatmasını istediğim biri yok. Beynimin ve vücudumun, bana mutluluğun yollarını anlatmasını istiyorum. Hepimizi mutlu eden, mutsuz eden, psikolojimizi tetikleyen aslında biziz, vücudumuz, beynimiz. Bizlerin ve bizler gibi insanların yarattığı dünya, yaşam koşulları ve bizlerin bu koşullara verdiği tepkiler.

Günlük yaşantımızı değerlendirelim, yoğun tempoda sabahtan akşama kadar çalışmak, akşam yine yoğun bir trafik ve gürültü içinde eve dönüş, alelacele yenen ağır bir yemek ve sonra huzur… Yani televizyon karşısında uyuya kalmak. Hafta sonları çılgınca alışveriş veya evde yatıp maç izlemek, senede bir hafta da her şey dahil açıkbüfe bir tatil, fiziksel ve ruhsal obezlik. Böyle anlatınca ne kadar boş, anlamsız bir hayat değil mi? Ama bu düzeni biz kurduk ve düzenden mutlu olsak bile, bireysel anlamda mutluluğa yardımcı olacak hiçbir şey düşünmedik. Sağolsun televizyonlar bizim yerimize bu sorunu halledip, bizlere muhteşem zekalarının ürünü olan yarışmaları ve dizileri sundu da toptan bu mutsuzluk belasından kurtulduk.

Onları bir kenara bırakarak vücudumun bana anlattıklarını sizinle paylaşmak istiyorum. Aslında bizlerin mutluluk olarak algıladığı şey, vücudumuzun, birtakım olaylar, yiyecek, içecekler, ilaçlar vs. karşısında verdiği tepki. Bu tepki nasıl oluşuyor? Vücut bu saydığım şeylerle karşılaştığında psikoaktif (psikolojik bir durumu aktive eden) maddeler salgılayarak tepki veriyor, bunlar da birtakım fizyolojik değişiklikler yaratıyor ve rahatlama, korku ve endişeyi bastırma gibi sonuçları doğuruyor. Biz de buna mutluluk diyoruz. Salgılanan bu maddelerden en önemlileri şunlar;

-Endorfin: İnsan vücudunda ağrıyan dokularda ağrının azalması için beyin dokuları tarafından üretilen hormonlara verilen isimdir. Hormonun işlevi, ağrının şiddetini azaltmak ve vücuda daha az rahatsızlık vermesini sağlamak için sinirleri uyuşturmaktır. Mutluluk hormonu olarak da anılır. Seks bağımlılığının sebebi budur.

-Serotonin: Bir aminoasit sentezidir. Beyinde serotonin kimyasalı salgılandığında kan damarları kasılarak daralır; serotonin düzeyi düştükçe genişler. Açlık, yorgunluk, stres, yemek, ışık ve ilaçlar gibi faktörlerin tamamı insan vücudundaki serotonin düzeyini etkilemektedir. Stres ve düşük kan şekeri serotonin düzeyini düşürürken; oksijen, kusma, içinde aminler bulunan gıdalar (örneğin: peynir, çikolata, portakal, mandalina, domates ) ve içinde triptofan isminde bir çeşit amino asit bulunan gıdalar, (örneğin süt, hindi eti ) serotonin düzeyini yükseltmektedir. Bunun dışında insan vücudundaki serotonin düzeyini, çeşitli hormonlar da etkilemektedir. Örneğin kadın vücudundaki östrojende (kadınlık hormonu) artma, serotonin düzeyinde de bir artışa neden olmakta; aynı şekilde, kadınların âdet görmeleri sırasında, östrojen hormonlarında düşüş olması, serotonin düzeyini de düşürmekte ve bu durum, kan damarlarının aşırı genişlemesi sonucu, kadınlarda migren başlamasına neden olabilmektedir. Serotoninin depresyon oluşumu üzerinde etkisi vardır. Depresyon ve anksiyete tedavilerinde kullanılır. Ayrıca sigara bağımlılığında da etkisi vardır. Sigara bu hormonun salgılanmasını tetiklediğinden, beyin bir süre sonra serotonin salgılama işini sigara içimine endeksler ve bağımlılık başlar.

-Dopamin: Vücutta doğal olarak üretilen bir kimyasaldır. Beyindeki sinir hücreleri tarafından, oyun kazanma, öpüşme gibi olumlu olaylar sonucunda salgılanır. Rahatlama, gevşeme gibi sonuçlar doğurur. Depresyon ve ayrıca parkinson hastalığının tedavisinde kullanılır.

Görüldüğü gibi mutluluğun oluşumu son derece bilimsel teorilerle açıklanıyor. Şimdi günlük hayatımıza geri dönelim. Pek çok insan gibi sevmediğimiz, niteliklerimize uymayan, stresli bir işte çalıştığımızı düşünelim. Gün boyu beyin baskı altında ve yukarıda anlattığımız hormonlar salgılanmıyor (stres, ışık, gürültü, isteksizlik vs. sonucu), serotonin eksikliğinden kan damarları gevşemeye başlıyor, endorfin eksikliğinden doğal ağrı kesicimiz azalıyor, dopamin salgılanmadığından vücut sürekli gergin ve kasılıyor, aşırı yorgunluk hissiyle eve geliyoruz. Bu etkileri yok etmek için ağır yemekler, tatlılar, sigara, alkol, geçici bir rahatlama sonra da vücuttaki yorgunluk hissini azaltmak için şöyle bir uzanma ve uyuyakalma. Ruh sağlığını dengelemek için vücut sağlığına verilen büyük bir zarar. Aynı şekilde psikolojik olumluluk duygusu için bilinçli veya bilinçsiz yapılan alışverişler. İhtiyacın çok üzerinde yapılan harcamalar sonucu daha fazla çalışmak, daha fazla serotonin vs. ihtiyacı, daha fazla yemek, daha fazla alışveriş…. İşte çembere girdiniz.

Çemberden çıkmanın tek yolu, hem bize düşünme yetisi kazandırdığı için bizleri eşsiz kılan hem de bu hormonları salgılayan tek varlığımız olduğundan beynimize başvurmak. Onu biraz kullanırsak olumluluk duygusunu yaratabilecek çok daha insancıl, kas ve sinir sistemiyle barışık, doğayla barışık yöntemler bulabiliriz. Öncelikle iş hayatına başlarken mümkünse sevdiğiniz, yeteneklerinize uygun bir iş seçimi, günün yarısını geçirdiğimiz işyerinde de bu hormonların salgılanmasını destekleyecek ve bunların eksikliğini bertaraf etmek için vücudumuza çılgınca işkence etme alışkanlığını daha başlamadan ortadan kaldıracaktır. Ancak günümüz ekonomik koşullarında bu herkes için pek mümkün değil. Bu şansa sahip olmayan kişilerin de mutlaka olumluluk duygusunu yaşatacak eğlemlerde bulunmaları gerekli. Öncelikle anlatacaklarım tamamen örnek ve herkes kendince yöntemler bulabilir.

Yemek alışkanlıklarını değiştirerek başlayabiliriz. Vücudun sağlıklı kalması ve işlevlerini yerine getirebilmesi için alması gereken gıdaları mutlaka almak gerekli. Bunu da asla lezzet ve damak tadından ödün vermeden başarabiliriz çünkü ülke olarak çok geniş bir mutfağa sahibiz. Daha hafif, daha faydalı gıdalarla beslenmek bir süre sonra alışılabilecek ve keyifle sürdürülebilecek bir beslenme alışkanlığıdır. Daha sonra yapılacak kısa bir egzersiz hem vücudun kas ve sinir sistemini güçlendirecek, hem de dokulara daha fazla oksijen gittiği için sanılanın aksine yorgunluk hissi ve uyku isteğini bastıracaktır. Artık daha az uyuyarak keyifle geçirebileceğimiz daha fazla zamanımız var. İşte bu zamanın etkin kullanımı, en kilit nokta. Kişisel tercihler de bu noktada devreye giriyor. Bana göre bu zamanda gerçekten beğendiğiniz, yararlı olduğunu düşündüğünüz programlar dışında televizyon seyretmemek daha doğru. Özellikle prime-time’da yayınlanan programları tekrar objektif bir şekilde değerlendirirsek, bunları izlemenin zaman kaybından başka bir şey olmadığını görebiliriz.

Bu noktada seçilebilecek şeyler oldukça fazla hatta sınırsız. Beynin olumlu bulacağı en önemli durumlardan biri kendisinin kullanılması ve kişisel becerilerin geliştirilmesi duygusudur. Bu okumak olabilir, eksik olduğunuz yabancı dili çalışmak olabilir, müzik vs. hobilerle ilgilenip sosyal becerileri geliştirmek olabilir, işinizi seviyorsanız onunla ilgili araştırmalar olabilir, arkadaşlarınızla sohbet etmek, oyunlar oynamak olabilir, hep merak ettiğiniz ama öğrenmek için bir türlü fırsat ve enerji bulamadığınız bir bilgisayar programını öğrenmek olabilir, yani seçenek çok. Bunlar da aynı beslenme alışkanlığı, daha doğrusu her türlü alışkanlığın değiştirilmesinde olduğu gibi başlangıçta uygulanması zor ancak uygulanmaya başladıktan sonra çok fayda getirecek şeylerdir. Zorluğun sebebi, yıllardır bize hem ailemiz hem de toplum tarafından sunulan alışkanlıklar olması ve kişiliğimizi belirlemesidir. Çocukluğumuzdan beri varolan ve ailemizden gelen beslenme alışkanlıkları ya da sosyal alışkanlıkların terk edilmesi elbette ki zordur ama sonuçları çok daha insancadır.

Haftasonları da arada bir de olsa doğaya çıkmak, yürüyüş yapmak hatta mümkünse doğada konaklamak hem fiziksel açıdan çok faydalı hem de beyinde ilkel güdüleri (hayatta kalma, başarma vs.) hatırlatacağından bir olumluluk algısı yaratacaktır. Yaz tatili bayramlar gibi uzun tatillerde de gitmediğiniz, bilmediğiniz yerlere yapacağınız geziler, bir hafta boyunca bir otele kapanıp, sürekli açıkbüfede sıra bekleyip havuz kenarında yatmaktan daha çok mutluluk yaratacak, hem fiziksel anlamda hem de kültürel anlamda olumlu sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bunun yanında düzenli bir cinsel hayat da kuşkusuz vücut kimyasalları için çok önem taşır. Tüm sportif etkinlikler gibi seks de psikolojik etkisinin yanı sıra, sinir ve kas sistemini daha güçlü kılar ve uyumlu çalışmalarına yardımcı olur. Kan dolaşımının düzenlenmesi, uyku problemlerinin çözümüne yardımcı olması, kalp rahatsızlıklarını engellemesi, gibi olumlu etkileri olduğu gibi endorfin salgısının devreye girmesi sonucu korku ve endişeyi bastırır, ağrıları azaltır ve kişiyi rahatlatır.

Tüm bu saydığım örnekler, daha önce de söylediğim gibi, belki bir alışkanlığı değiştirmek sözkonusu olduğu için başlangıçta zor uygulanabilir şeyler. Ancak bizler insanız ve düşünebilen bir beynimiz var. Düşünebildiğimiz için de bu kadar büyük kapasitesi olan bu organa karşı sorumluyuz. Onun şalterini çok erken indirmek hatta bazen hiç kaldırmamak ona ve bizleri diğer canlılardan ayıran temel nitelik olduğu için de tüm insanlığa saygısızlık etmektir aslında. Antik doğu felsefelerinin de aslında çokca söz ettiği “mutluluk içimizdedir ve içimizdeki dengenin sonucudur” mantığı da budur aslında. Hergün düzenli egzersiz yapmaları, beslenme alışkanlıkları, doğayla ve kültürle iç içe olmaları da bunun sonucudur. Bizlerin de o kadar abartılı olmasa da bu tip şeyleri hayatımıza sokarak mutlu olabileceğimizi düşünüyorum, umarım haklıyımdır….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder