
Günümüz perakendesinin olmazsa olmaz oyuncularından biri hiç kuşkusuz ürün yöneticileri ve ekipleri. Peki bu kadrolar üstlendikleri yaşamsal görevlerin üstesinden gelebilmek için yeterli donanıma sahip mi? Bu elbetteki kişisel bir değerlendirmenin ve kadroların niteliklerinin test edilmesi sonucunda varılabilecek bir kanı ancak en azından tüm arkadaşlarımızda bulunabilecek ve kolay öğrenilebilen bir takım özelliklerin kazanılmasında fayda görüyoruz.
Bugünkü anlamıyla perakendenin ülkemizle yeni tanıştığı yıllarda bu grupların işini üstlenenler genelde patronlar ya da onların görevlendirdiği, güvendiği yakınları iken, iş hacminin, birkaç kişinin, bu işi geleneksel yöntemlerle yapamayacağı kadar büyümesiyle, günümüzde bu kadrolar profesyonel anlamda şekillenmeye başlamışlardır. Her ticari yapının hedefi elbetteki para kazanmak, kar etmektir, perakendede ise para ürünle kazanıldığına göre mağazaya koyulan ürünlerin tipinin, fiyatının, adedinin vs. belirlenmesi en hayati operasyonlardan biridir ve ürün yönetimi en kaba anlamıyla bu operasyonu yönetir. İşte bu operasyonun yönetimindeki ekiplerde aşağıda inceleyeceğimiz birkaç özellik mutlaka bulunmalı veya kazandırılmalıdır.
Ticari Bakış Açısı – Tüccarlık :Perakendede sayabileceğimiz ticari faaliyetler yani parayla ilişkili faaliyetler nelerdir?
Satınalma, satış, tahsilat, finans vs. Organizmanın, ürün yönetiminden beklediği öncelikli faaliyetler başarılı satınalma ve finans desteğidir. Bu faaliyetler temelinde ticari beceri ve kültürü yani kabaca tüccarlığı gerektirir. Yalnız burada anlatmak istediğimiz, geleneksel anlamda tüccarlığın iş yapış yöntemlerinin örnek alınması değil, atılan her adımda, varılan her kararda tüccar gibi, sermayedar gibi atacağınız adımın sonundaki kısa ve uzun vadedeki karın, zararın hesaplanmasıdır.
Bu bakış açısıyla satınalmayı inceleyelim:
Satınalmayı bir süreç olarak değerlendirdiğimizde, içinde satınalmanın planlanması, ürün seçimi, satınalmanın sonlandırılması ve takibi basamaklarını ana hatlarıyla görebiliriz.
Her işte olduğu gibi satınalma da planlamayla başlar. Aslında satınalma satış yapabilmek için kullanılan bir araç olduğundan planlaması da satış planlamasına göbekten bağlıdır. Eğer bir satış planınız, kaç mağazada, ne kadar sürede ve kimlere ürün satarak, ne kadar ciro hedeflendiğini bilmiyorsanız ya da hesaplamadıysanız satınalmayı planlamanız için en iyi yöntem rüyaya yatmak olmalıdır. Bunların bilindiğini farzedersek ihtiyacımız olan şey ürünümüz için kullanılacak mark up oranı yani kar marjı oranıdır.
Mark up nasıl hesaplanır?
Öncelikle bu kavramın ne anlama geldiğini bilmeliyiz. Mark up, içinde, ürünün satınalış maliyeti dışındaki her türlü sabit ve değişken maliyeti (kira, personel, enerji vs.) ayrıca şirketin o dönem için belirlediği operasyonel karı bulunduran, satın alış maliyetini, ürünün satılabilir fiyatından geri gelerek hesaplamaya, kategorilerin ve ürünlerin dönemsel performanslarını ölçmeye, firmanın karlılığını kısa yoldan özetlemeye yarayan bir orandır. Örneğin firmamızın belirli bir dönem için hedeflediği satış cirosu 100.000 TL, satınalma maliyeti dışında öngörülen giderleri 40.000 TL ve hedeflenen kar 15.000 TL ise sizin mark up oranınız (40.000+15.000)/100.000=0,55 yani %55’tir. Yani satınalma maliyeti için size kalan pay %45’tir. Yani bir ürünü satınaldığınızda, satınaldığınız fiyat, ürünü satmak için belirlediğiniz fiyatın %45’ini geçmemelidir. İleriki dönemlerde uygulanabilecek indirimler de göz önünde bulundurularak bu oran ürün yöneticisi tarafından daha da geriye çekilebilir.
Bu kavramı açıkladıktan sonra devam edebiliriz. Hedeflenen satış cirosundan mark up oranını geri geldiğimizde satınalma ciro hedefimize ulaşırız ki bundan sonrası bu ciroyu adetlendirmeye kalır. Bu planlamada dönemlik karımızı hesaplayarak, oluşturduğumuz hedeflere yansıttık.
Acaba gerçekten tam anlamıyla ticari bir bakış açısı oldu mu? Şimdi kendinizi bu satınalma için ödenecek paranın sahibi olarak görün ve süreci tekrar inceleyin. Sermayedar olarak ilk düşünülecek şey nedir? Finansman. Satın alacağınız ürünün ne kadarını, hangi periyotlarla satın alacaksınız. Bizde yapılan en büyük yanlışlardan biri ne kadar çok ürün olursa satış o kadar iyi olur mantığıdır -ürünler sezon açılışlarında adeta depoya yığılır- ki bu mantık özellikle finansal anlamda çok güçlü olmayan firmalar için, her şey iyi giderken birden krediye dönmeye, yüksek finansman maliyetlerini sırtlamaya hatta daha kötü sonuçlara kadar götürebilecek bir yolun ilk adımı olur.
Oysaki doğru mantık hedeflenen satış için gerekli olan miktarın satın alınmasıdır. Çünkü satınalınan ürün planlandığı satış süresinden ne kadar erken depoya girerse o kadar ilave finansman yükü getirecektir. Örneğin satın alışınızı 60 gün vadeli yapıyorsanız o ürünü en fazla 45 günde satmalısınız, böylece organizmaya 15 günlük faizsiz, karşılıksız bir kredi sağlamış olursunuz ki bu da 15 günlük ilave bir işletme sermayesi demektir. İşte ürün erken geldiğinde bu altın kural ihlal edilir ve bu 15 günlük krediyi kullanamazsınız hatta daha da erken getirirseniz operasyonel karınızdan feragat edip kredi faizi ödemek zorunda kalabilirsiniz. Yani mantığı bu şekilde ticarileştirerek hem müşterinize her gelişinde yeni ürünler gösterme fırsatı yakalamış hem de kendinize ilave bir finansal kaynak yaratmış olursunuz.
Peki satış için gerekli olan ürün miktarını nasıl tespit edeceğiz? Bu sorunun cevabını belirleyen birkaç fonksiyon vardır. Bunlardan biri sergilenebilir ürün adedidir. Yani mağazalarınızın raf kapasitesi, bu fonksiyon mutlaka ölçülmeli ve anlık sergilemenin kaç metrekarede ve bu metrekarede kaç adet ürünle yapılabileceği hesaplanmalıdır. Bu bize mağazamızda bulunması gereken minimum stok seviyesini verecektir. Bunun üzerine depo kapasitemizi de eklediğimizde anlık olarak mağazada bulunabilecek maksimum stok seviyesini de tespit etmiş oluruz. İşte ürün yönetiminin bu noktada satış yapılan döneme (bayram, yılbaşı, sezonun top noktaları gibi dönemlerde maksimum stoğa yaklaşılır), o dönemki satış hedeflerine ve firmanın lojistik stratejisi ve kapasitesine göre minimum ve maksimum stok seviyelerinin arasında kalacak şekilde, dönemlik stok miktarları belirlemesi gerekir. Belirlenen bu stok seviyeleri de merkezde tutulan emniyet stoğuyla birleştirilerek o dönemin toplam stok miktarını yani o dönemin satınalma adedini verecektir. Yine bu konuda görsel ve lojistik uygulamalarının, belirttiğimiz gibi çok büyük önemi vardır.Bu yüzden bu uygulamaları ayrıntılarıyla sonraki değerlendirmelerimizde ele alacağız.
Görüldüğü gibi satınalma fonksiyonunun etkin olabilmesi için ilk adım olan planlama, bu kadar hassas ve hemen hemen firmanın bütün organlarına (satış, görsel, finansman, stok, lojistik vs.) temas edilerek atılması gereken bir adımdır. Aynı şekilde sürecin devamında bu organlarla temasın devam ettirilmesi ve buradaki değişikliklere göre planın sürekli revizesi şarttır.
Satınalmadaki ikinci hayati adım ürün seçimidir. Bu aşama, yaptığımız hassas planlamada bir takım rakamlarla ifade ettiğimiz ürünlerin hayat bulduğu, niteliklerinin belirlendiği, somutlaştığı aşamadır. Bir ürüne hayat verirken de bakış açısını koruyup o ürünün ticari beklentileri karşılamak için üretileceğini asla unutmamak gerekir.
Ürün seçimini yapabilmemiz için elimizde iki çok önemli ayraç bulunmaktadır. Bunlardan birisi tasarım ve trendlerin analizi, ikincisi ise hem kendi ürünlerimizin hem de rakiplerimizin düzenli ve sık sık analiz edilmesidir. Sanatın, estetiğin ve yaratıcılığın doruk noktalarını bizlere sunabilen tasarım kavramı burada endüstriyel bir boyut kazanır. Ürünün kullanılabilirliği, kullanıcıyı istediği gibi yansıtabilmesi, beklediği sosyal tatmini sunabilmesi, markadan beklediği asgari kalite standardını, ödemeye razı olacağı fiyatla satınalabilmesi endüstriyel tasarımın göz önünde bulundurduğu noktalardır. Ancak biz burada tasarımın nasıl yapılacağını değil, bir ürün yöneticisinin tasarıma, trendlere hangi açıdan bakması ve kullanması gerektiğini tartışacağız.
Trendleri incelemek için onları görebilmemiz, hissedebilmemiz hatta bazı noktalarında yaşayabilmemiz olumlu ticari sonuçlar için hayatidir. Peki bu gözlemleri nasıl yapacağız? Bizim ve bizim gibi markaların hergün ne kadar insanla temas ettiklerini, bu insanların yaptıkları alışverişi nerelerde kullandıklarını ve bu alışverişi yaparken seçimlerini neye göre yaptıklarını düşünürsek bu sorunu çözebiliriz. Bu sorularımıza cevap bulmak için de günlük hayatımıza farklı bir gözle bakmamız yeterli olacaktır. Hedef müşteri grubumuzu yaşam alanlarında gözlemlemek ilk adım olabilir. Alışveriş merkezleri, kalabalık caddeler, kampusler, varoşlar, zengin muhitler vs. ürün satmak istediğiniz grup nerede vakit geçiriyorsa orada bir takım gözlemleri düzenli olarak yapmak temas etmek istediğimiz grubu tanımamızda çok yardımcı olacaktır, ayrıca bu yöntem günlük yaşam akışını bozmadığından hem zaman hem de parasal anlamda çok ekonomik ve çok verimli bir yöntemdir. Bu gözlemi daha da genişletebiliriz, hedef müşteri grubumuzun TV alışkanlıkları, kimleri izleyip kimleri beğendikleri, kimleri takip ettikleri ve bunların alışverişlerine olan yansımaları da, çok kısa süreler televizyonu dikkatle takip ederek yakalanabilecek, sağlayacağı katkıya kıyasla çok ucuza mal olan çok kıymetli veriler sunacaktır. Örneğin klasik erkek giyimiyle ilgili çalışan bir ürün yöneticisiyseniz Beyazıt Öztürk’ü takip etmeniz faydalı olabilir. Ya da kan görmeye dayanabiliyorsanız Kurtlar Vadisi de iyi bir alternatif.
Günlük hayat akışımızı bozmadan yapabileceğimiz bu gözlemler bir süre sonra rutine döner ve algılar takip edilen noktada iyice açılır ve seçicileşir. Müşterimizin pek çok alışveriş alışkanlığını ve tercihini yakalamamız çok daha kolaylaşır, yaptığımız ürün seçimlerinde artık bireysel zevkimiz ve seçimimiz değil müşterimizin seçimi öne çıkmaya başlar çünkü bu gözlemler bize ürüne karşı müşterimiz gibi düşünebilme şansını tanır. Ayrıca bu gözlemleri yaparken, günümüzde insanların teknolojiyi ne kadar kullandığını, ne kadar sosyalleştiğini unutmamak gerekir. Bu araçlar sayesinde insanlar artık çok daha yeniliğe açıktır ve takipçidir. Onları gözlemek aynı zamanda onların algı kanallarını da gözlemek ve bilgi havuzunu çok daha fazla kaynaktan beslemek demektir.
Bu analizlerle birlikte trendlerin ve tasarımların uluslararası anlamda en üst seviyede gözlenebileceği birtakım fuarları ve yayınları takip etmek, gelecekte varolabilecek trendleri görüp, onları analiz ettiğimiz müşteri grubumuza uyarlamak için çok önemli bir diğer araç olacaktır. Bu alan da bize geleceğe dönük bir vizyon sunmakta ve algıyı bu alanda açmaktadır. İşin sanatsal kısmının ön plana çıktığı bu şovları, ürün yöneticisi olarak yine anlattığımız ticari bakış açısıyla takip edip, geleceğe yönelik oluşturduğumuz vizyonu yerel koşullarla örtüştürebilmek bizlerin birer niteliği ve görevi olmalıdır. Yapılan hatalardan biri de tasarım ya da güncel trendleri sadece uçuk kaçık ürünler olarak görmektir. Unutmayalım ki sadece temel ürünler üretip satan bir marka bile olsanız, bu analizlerle, en azından sezon renklerinizi, kalıplarınızı, ufak detayları, aksesuarları vs. güncelleyip, sunduğunuz temel, günlük giysileri, çok şık ve trendy hale getirebilirsiniz.
Ürün seçiminde ikinci ayracımız olan geçmiş dönem yapılan satışların analizi konusunu çok fazla detaylandırma gereği duymuyoruz. Bu son derece basit, geçmiş dönemde o ürün grubuna ait yapılan satışlardan olumlu ve olumsuz sonuçlar çıkartarak, yeni satış dönemi için seçilecek ürünlere bu sonuçları yansıtmak olarak özetlenebilecek bir yöntemdir. Zaten sezon içinde ürünlerin satış analizleri ve müşteri tepkileri düzenli olarak alınacağı için yeni sezon ürünleri seçilirken yeterli bir veri birikimi sağlanmış olacaktır. Ancak bu konuyu detaylandırmamamız, önemsiz olduğu anlamına gelmemekte, bu konu en az yeni trendlerin takibi kadar önem arz etmektedir. Bununla birlikte kuşkusuz müşterilerimizin eleştirileri önem sırasında birincidir. Müşteriyle hergün temas halinde bulunan satış ekiplerinden düzenli ve sıksık müşteri tepkileri alınmalı ve buna göre yapılan hareketler revize edilmelidir. Unutulmamalıdır ki perakende müşteriyle birlikte mağazada şekillenen bir süreçtir.
Ürün seçimiyle ilgili yukarıda anlattığımız şeyler, tamamen, boşa atış yapmamak için gerekli olduğunu düşündüğümüz şeylerdir. Ticari bir başarı hedefleniyorsa, müşterinin bilgisini ve isteklerini küçümsemeden, hedefimizin onu memnun etmek olduğunu unutmadan, söylediklerinden, davranışlarından ve alışkanlıklarından alabileceğimiz maksimum veriyi alıp bunları küresel akımlarla sentezleyip en uygun konsepti yakalamak bir zorunluluktur. Sadece yerel gözlemler ucuz ve etkili olsa da konsepti güdük ve eksik bırakacak, tam tersi de yerel koşullarla uyum sağlamadığından ticari başarıya ulaşmayacaktır. Markanızın algısına ve hedef müşteri grubunuzun beklentisine göre en uygun sentezi yakalamak, ticari bakış açısının bir sonucu ve ticari başarının önemli bir adımıdır.